30 Haziran 2009 Salı

GA:11

     Bitmemiş Öykü,2007

     Geç yatıp erken kalkması karakterine kazınmış,gündüz kavramı haliyle iyiden iyiye aşınmış olan Nihat,yatağının içinde aynı günü nasıl değişik yaşayacağı hesaplarıyla kafasını yatağının başındaki duvara çarpıp,aklını düşüncelerinden sadeleştirirken telefonunun çaldığını duydu. Arınma işlemini henüz tamamlayamadığı için,dış dünya uyaranlarını garipsemek zorunda kalıyordu.Anlaşıldığı kadarıyla beklenmedik bir gelişme olmuştu,ve o uzun zamandır alıştığı döngüye böyle bir müdahalenin olmasını bekliyordu.Arayan iş arkadaşlarından biriydi.Televizyonu hemen açması gerektiğini söyleyip telefonu kapatmıştı. Sessizliğinin orta yerinden yaratılmış,geriye kalanını ve özellikle kadınsı yanlarını eşeysiz çoğalarak tamamlamış,yalnızca gülümsemek için dudaklarını aralayan bu suskun kadının ses tellerini titretecek bir şeyler meydana gelmiş olmalıydı.Daha önemlisi Nihat'ın sıcak yatağını terk etmesi için alışkanlıktan başka bir neden ortaya çıkmış olmalıydı ve durum,bu haliyle bile yeteri kadar ikna ediciydi

Doğrulurken,kafasından hiç bir insanın yeryüzünün ayakları altında bıraktığı hissi,bir başkasıyla paylaşmadığına dair bir düşünce geçirdi,yerin insanı ayaklarından mıhladığı,insanın gökyüzüyle solumak dışında bütün ilişkisini kestiği o ilk anı farkındalıkla tattı bu kez.Yataktan kalkmadan hemen önceleri hafif uykuda gerçekleştirdiği sadeleştirme işlemi bu sabah tatsız bir telefon konuşmasıyla yarıda kalmıştı ve anlaşılan bu ona gün boyunca içinde tutması gerekeceği bir akıl dolusu fikir ve  sonraki sabah için de fazladan mesaiye mal olacaktı. 
"Aksiliklerim,aksayan yanlarım,isteksizleştiriyor bedenimi"
"Yeniliği yenilgiyle yanıtlamak için erken bir saat seçmediniz mi bayım?"
Düşüncelerinden neden kurtulmak istediğini hatırladı.Çünkü onlar,üretilişi bakımından ayırdına varamadığı ayrı bir mekanizma edinmişti kendilerine. Aklından geçen,olanı olduğu gibi özetlemek oluyorsa eğer ve olumlu ya da olumsuz kendince bir yorum getirebiliyorsa haline,bu hayatını olağan şekilde idame ettirmesine yetebilirdi.Oysa aksi düşünceleri,kararlılığına engel olurdu.Onlar,olanı bütün zaman dilimlerinde sorgular,çoğunlukla geçmişi dillendirir,Nihat'ın umutsuzluğa olan sapkınlığını,henüz kendine yetecek kadar aşağılık olmadığı gerçeğini yüzüne vurarak geçiştirirdi.
"Tersine işleyen bir evrim sürecini belleyecekler suretinizde.Kusurlarınızı daha fazla gizleyemezdiniz,eski dostum,kabul etmelisiniz ki eksikliğim daha çok eksiltti sizi..."
Bir an süren sessizliği,odanın sessizliğiyle kesildi ve Nihat alışkanlıklarına kaldığı yerden devam etti,ayakta dik durabildiği bir dakika kadarı kendine cesaret edinip,öncelikle çişinin dikine,oradan da oturma odasına,televizyonun olduğu odaya doğru ilerledi.Kadının telefonda herhangi bir televizyon kanalından bahsetmemiş olması olayın vehametini ortaya koymak için yeterli olabilir miydi diye düşündü.

29 Haziran 2009 Pazartesi

Kısa5



Ankara 


yorgun kadının 
ayak izleridir anadolu
kadının vazgeçtiği yere 
denizin bir parçası kıyılanır

eski sevgililerini hatırladıkça
dudaklarındaki tuzu tükürür kadın
ve her sevişmesinde
tenindeki kırışıkları 
o çarşaf gibi denizin üzerine bırakır

günün birinde kadın 
anakarayı ayakları altına aldığında
deniz de çaresizce kadına aşık olur
kadının aşık olduğu adam da

ikisi de anlatamaz çünkü
bir kadını nasıl sevdiğini
bu susuzluğun ortasında

Şehir Rehberi


     Şehrimizin insansız güzel manzaraları olmadığı için,müstakbel sevgililerimizle,kıyıya vuran dalga sesleri yerine ,biraz sonra uyduruk bir bahaneyle bizi yalnız bırakacak olan ortak arkadaşlarımız vasıtasıyla tanıştırılırız.Kapalı yerlerde karşılıklı oturur, içeceklerimizden yükselen buharların arasından birbirimizle göz göze gelmeye çalışırız.

     Suni bir gölette yaşayan kuğuların,dökülen tüylerini biriktiren ve yerel seçimler sonrası göletin temizliğine daha fazla önem verilmesi nedeniyle artık tüy bulmakta zorluk çeken G şehrin doğusunda yaşamaktadır.

6 Haziran 2009 Cumartesi

GA:10

Gündüzleri başlayan uyduruk hikayelerimizin geceleri bitmesi gerektiği üzerine...         

          Bir gün yine böyle içiyoruz.Sonra dedim ki,sen beni hiç sevmemişsin.Üzüldü,bir kötü oldu.Gözlerini kapadı,yine de yeşildi.Kapıyı çektim,çıktım.”Kaltak” diye bağırdım.Duymadı,duysa daha kötü olurdu.Onu daha fazla üzmek istemedim.Saatlerce yürüdüm.İkimizin olmayan çocuklar gördüm.Piknik yapıyor,kahvaltılık şeyler yiyorlardı.Necla’ya benzeyen çatallardan bir süre nefret ettim.Bana benzeyen piknik sepetlerini de başkalarının evcilik oyununa gelmemeleri konusunda uyardım.

          Hatırlıyorum Necla en çok benim nerde başlayıp nerede bittiği belli olmayan bıyıklarımı severdi.Onları mutluluğa benzetirdi.Bıyıklarımı tarar,onları şekle sokardım.Benimle derdim,hayat derdim,işte hem böylesine mutlu hem de düzenli böyle işte derdim.Oracıkta sarılırdık.Geleceğimizin müsveddesi ,başkalarının temize çekilmiş son hali olurduk.Ne zaman gözlerimizi birbirimizden başka yöne çevirsek uzaklarda bir yerlerde güneş batardı.

          Oysa şimdi yağmur yağıyordu.Daha doğrusu diğer her şey gibi yağmur da üstüme üstüme geliyordu.İçinde bulunduğum durum dolayısıyla en acıklı damlalar gözlerime düşüyordu ve yere düşen ne varsa sanki gözlerimden de bir şeyler alıp götürüyordu.İçimden kendime yönelen çok kötü küfürler savuruyordum.Önce Necla’yı ne kadar çok sevdiğimi anımsıyor,sonra sevgiye dair bütün iyimser kaldığım yanları iyiden iyiye kötülüyordum.Mutlu olmak isteyen yanımı aptal yerine koyuyordum.Yalnız ölmekten korkan yanımı da kör bir bıçakla soyup soğana çeviriyordum.

          Gün geçtikçe daha da perişan oldum.Boş sigara paketlerini yerlerde biriktirdim.İçki içtiğim bardakların dibini gördüm.Çocukların uzanamayacağı yerlerdeki ilaçlara bile dokundum.Ben hiç yaşamamışım ki diyordum kendime.Diyordum ki ölsem Necla için ne değişecek.Yine de ileride ölmüş olmak için ölmekten kurtulurum diyordum.Kendimle böyle ciddi konuları daha sık konuşuyordum.Sonradan anladığım kadarıyla,ölmeyi de ayrılma hususunda olduğu gibi konuşarak beceremiyordum.